MÜSİAD KIRSAL KALKINMA VE TARIMIN GELECEĞİ
SAYFA 107 T ürkiye, Avrupa ve Orta Doğu’nun en zengin biyolojik çeşitliliğine sahip ülkelerinden birisidir. Aslında biyolojik çeşitlilik açısından ülkemizin küçük bir kıta özelliği gösterdiği söylenebilir. Bunun nedenleri arasında ülkemizin dünyada konumlandığı coğrafik yeri oldukça önemlidir. Ülkemizin Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında köprü vazifesi görmesi, önemli kuş göç yollarının ülkemizden geçmesine de olanak tanımıştır. Ayrıca topoğrafik özelliklerinden kaynaklanan farklı iklim şekillerini içermesi, üç tarafının denizlerle çevrili olması, bunların yanında çok sayıda tatlı ve tuzlu suları, gölleri, akarsuları içermesi 500’den fazla habitat tipinin oluşmasına yol açmış ve bu da ülkemiz biyoçeşitliliğinin floristik açıdan zengin olmasına önemli katkılar sağlamıştır (Erik ve Tarıkahya 2004; Özçelik, 2006). Belirli bir coğrafi bölgede yetişen otsu, odunsu, çalımsı ve ağaçsı tüm bitkiler “flora” terimi ile ifade edilmektedir. Örneğin Kazdağı florası denildiğinde, sadece Kazdağı’nda yetişen bitkiler; Buldan Dağı florası denildiğinde Buldan Dağı’nda yetişen bitkiler, Türkiye florası dediğimiz zaman da tüm ülke sınırları içerisinde kalan bitki çeşitliliği aklımıza gelecektir. Ülkemiz, yaklaşık 3 bin 700’ü endemik, 11 bin 707 bitki taksonu ile dünyanın floristik açısından en zengin bölgelerinden biridir. Bu zenginliğimizi komşu ülkelerle kıyasladığımızda, İran’da yaklaşık 8 bin (150’si endemik), Yunanistan’da 5 bin 500 (1100’ü endemik), Bulgaristan’da 3 bin 700 (53’ü endemik), Irak, Suriye ve Lübnan’da 3 bin (yaklaşık 600’ü endemik) türün yetiştiği bilinmektedir. Türkiye’den 15 kat daha büyük olan ve 60’ın üzerinde ülke içeren Avrupa kıtası ile karşılaştırıldığında ise bu kıtanın 2 bin 750’si endemik, 12 bin civarında taksona sahip olduğu göz önünde bulundurulursa komşu ülkelerimiz ve Avrupa ülkelerine kıyasla ülke floramızın ve biyolojik çeşitliliğimizin, ne denli zengin olduğu kolaylıkla anlaşılabilmektedir (Davis ve ark., 1965-1988; Güner ve ark., 2012; Güner ve Akçiçek 2015; Polat ve Selvi 2020). Tıbbi ve aromatik bitkilerin kullanımı neredeyse insanlık tarihinin başlangıcına dayanmaktadır. Öyle ki M.Ö. 3000 yıllarında hüküm süren Sümer, Akad ve Asur medeniyetlerinde bu bitkilerin tedavide kullanıldığı, Fırat ve Dicle nehirleri arasında yapılan arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkarılan Ninova Tabletleri’nde görülmektedir. Yine Anadolu’da efsaneleşmiş olan ünlü hekimlerimiz Lokman Hekim, İbn-i Sina, İbn-i Baytar, Şerafeddin Sabuncuoğlu, İbn-i Şerif çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde tıbbi bitkileri kullanmışlardır. Günümüzde ise Türkiye’de yaklaşık 1200’ün üzerinde bitki türümüz tıbbi amaçlarla kullanılmaktadır. Ülkemiz iklimi ve coğrafik yapısı sayesinde; buğday, adaçayı, kekik, nane, elma, armut, ayva, kiraz, vişne, erik, badem, ceviz, fındık, antep fıstığı, kestane, üzüm ve nar gibi birçok tıbbi ve aromatik bitki türlerinin gen merkezi durumundadır. O nedenle bu türlerin ilk bulunduğu yerin Anadolu toprakları olduğunu ve oradan tüm dünyaya yayıldığını söylemek doğru bir ifade olacaktır. Tıbbi ve aromatik bitkilerin tanımını yaptığımızda gerek halk hekimliği ve gerekse modern tıpta hastalıkların tedavisinde kullanılan bitkilere “tıbbi bitki”; uçucu yağ içeren ve hoş kokuya sahip olanlara da genel olarak “aromatik”, diğer bir deyişle “ıtri” bitki diyebiliriz. Her ne kadar tanımları ayrı ayrı yapılsa da her iki kelimenin birlikte kullanımı daha yaygındır. Bunun dışında yiyeceklere tat ve aroma katmak için kullanılan bitki kısımlarına ve bunların karışımına da “baharat” denir ki bu bitkilerin de tamamı, tıbbi özellik taşıdıkları için tıbbi bitkiler sınıfında değerlendirilir. Örneğin kekik, nane, adaçayı, fesleğen, defne vb. tüm bitkiler baharat bitkileri Türkiye, bitki taksonu ve endemik bitki sayısı ile dünyanın floristik açıdan en zengin ülkelerinden biridir. KIRSAL KALKINMA VE TARIMIN GELECEĞI RAPORU - 2021
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=